çocuklar küçülüyordu öykünde

|
O esnada ben, henüz bitmemiş bir sözlükten daha fazla ve daha fazla kelime dilenmekteydim. Bir anlığına sussan bin sonsuzluğuna üzerine kapanacakmış gibi duran bir göğün altında içinden grisiz renkler geçen şiirler mırıldanmayı sen benden daha iyi biliyordun elbette. Ben çok az şey biliyordum, büyük çoğunluğunu önce en sonundaki paragrafı yazılmış ve sonra giriş cümlesine düşler asılmış beş para etmez bir hayattan aşırıyordum. Sen aslolanı görüyordun nihayet, binlerce basamağının binlercesine masalından silemediğin pislikler bulaşmış merdivenleri adımlıyordun. Kullarına şehirler yazmış bir allah’ın sokaklarını okuyordun gündüzleyin, geceleri insanlığa ermiş bir meleğin kızıl saçlarına dokunuyordun. Dokunup kaçtığın her yerde benim ortasında mahzenine kapatıldığım, benim ortasında süngüsüne takıldığım, benim ortasında çarmıhına taptığım bir aşkın parmak izleri kalıyordu. Senin dokunduğun her yerde bir çarmıhın toprağa en hakiki teması kalıyordu.

Sonra sen, dilinin üzerinde donmuş son çocuktan bir ağıt koparıyordun kendine; yürüyordu çocuklar şehirde ve öyküde ve hayatta ve kitabı askıya almış bir emrin son kurşununda; yürüyordu çocuklar öykülerde
ve sonunda
ve intihara bağışıklı bir ırkın
son çocuğunda.

Dokunduğun her yerde bir çarmıhın toprağa en hakiki teması kalıyordu senin.
Küçülüyordu çocuklar öykünde
Ve sonda.

bir ortaköy...

|







güz

|
Bir güz oluyor sokaktakiler
Kanlısının adını çağırarak
Elinde bir önceki güzün bütün öfkesi
Bıçak gibi içki şişeleri
Sokak sokak
Çağırarak,
Yanlışlıkla bugün ilk kez
Bugün tam bu saatte
Dün ölmüştüm derken bir insanın
Gözlerinin içine bakmış
İzin verirse nihayeti elinde tutanlar
Nereden baksan daha bin yıl
Daha bin yıl yaşayacak
Çünkü bugün ilk kez
Bugün tam bu saatte
Dünden de önce ölmüştüm derken bir insanın
Gözlerinin içine bakmış
Ve efsaneler yazıyor gerisini
O gözden ömrünün içine
leş gibi bir ruh
bizatihi kendi
kendi ruhu akmış.

Bir güz oluyor sokaktakiler
Sokaktaki işçiler
Sokaktaki ağır
Tanklar kadar ağır yaşam kokusu.

Yüzer adım düşerken bir diğer mevsime
Güzün hep kelimelerinde sakladığı
Kışın yüzünde beliren
Katıksız tırmık izlerinden
Her asra dair bir
Her insana dair bin tane
Ve sokaktaki
Sokaktaki şilep izleri,
Yanlışlıkla bugün
Yanlışlıkla tam bu saatte
Şehrin bütün ayyaşları
Şehirdeki bütün ahlakın içinde
Delirmiş bir tarih gibi
Tersine akarken,
Bir öngörü gibi tanrının nehirleri
Sokakları teslim
Kurumları köle
Köleleri ömrün
Bir ömrün can damarı
Kılarken,
Yanlışlıkla bugün
Bir sokaktan bir şilep geçmiş
Ben görenlerin yalancısıyım
Aşıklar tutkulu bir kehanetle sevişirken
Sazlarında her biri şehir olup
Sokağın gerçek sahiplerini bağırırken
Bu sokaktan yanlışlıkla bugün
Kendi kendisini yok eden
Ağır silahlar geçmiş.

Ve şehirde bir vampir avıdır gitmiş,
Sokağın ta kendisi bir güzken
İsmi olmayan herkes
kendine güzde doğan
kendine güzün ölecek
çiçeklerin adını seçmiş.

Şehirde bir vampir avıdır,
Tarihin sayfalarında saf tutarken
Bütün sokakların
Alimin son sözünden
Daha isimsizleri,
Bir vampir adıdır öyle ki
Altında bir tek
İnsanın adı geçmiş,
Bir vampir adıdır öyle ki
İçinde ‘insan’ın
Bütün harfleri geçmiş.

Her asra dair bir
her insana dair bin tırmık izi
tanklar gibi ağır bir öyküden
sokağa küfürler
küfürler saçarak geçmiş.

Şehir bir sokak olmuş
Sokaktakiler güz olmuş;
Sokaktan küfürler
Kıpkırmızı küfürler geçmiş.

bir yol...

|






buda-peşte ayağı /macaristan

mayıs'ın 1'i

|
Size kurtuluş' ta diyorum
Caddenin karanfil ölülerine boğulduğu o günde
Ağzımda pis bir cinnet kokusu
Ve dizlerimde nasıl anlatılır
Yalınayak çocuklar dans ediyordu
Diyorum.

Size yıllardan ikibinin dokuz sonrası
Bahar yaza ha dokundu ha dokunacakken diyorum,
Babamın 'yitirdiğimiz meydan' yakarışı zırhımda
'Silah sesleri oğul…'
ve silah sesleri ve silah sesleri
size rahat uyuyun ve nasıl anlatılır
"o meydanda eskimemiş katiller
bir tek gün de olsa düşlere
el pençe divan duruyordu"
diyorum.

Size ne diyorum
Gün doğmadan önce doğmuş
yürekler
alınlarında atarken
'teslim olun!' çünkü ellerinde sapanlar
Bir kuşa dokunsa kanat çırpmayacak
Ama 'teslim olun!'
çünkü ellerinde misketler
Çünkü ellerinde otuziki yıllık kan hatıraları
Çünkü sırtlarında çocuksu silahlar
Çünkü yüzlerinde kızıl eşarplar
Çünkü ellerinde
'devletin kaldırım taşları'
Akıllarından büyük
Aklımızdan büyük
Çelikten barikatların önünde
Yüce hükmün aksini söyleyenler,
size ne diyorum
korkmayan gözlerini geri aldılar
asrına direnen fikirlerini
zincir tutmayan bileklerini
geri aldılar
ve yüzlerinde tebessüm
yüzlerinde ismimin
yüzümde isimlerinin izi
yüzlerinde başka hiçbir ismin safında yer tutamayan
ismimin izi
size ne diyorum
bu çocuklar bağcığımdan bir ilmik söküp
onyedi kere boğazımdan çıkardılar!

Size ne diyorum
Gün 'o günler'den çok öncesi
Gün mayıs'ın herhangi biri
Gün birilerinin herhangi mayıs'ı
Ama ne olur
babamı uyandırın
çünkü şakağından geçen kurşunu
hafızasındaki cinayet yüzünden sökülsün diye
kirli sakalındaki o muhteşem öfke
benden sebep dinmesin diye
Elimdeki 'kansız' bayrağa
Mıh gibi saplanmış buldular!

size ne diyorum
babamı uyandırın
çünkü adımımdaki darp izini
onun kulağındaki
silah sesinden tanıdılar!

size ne diyorum
kurtuluş'taydım
ve caddelerin ise gömüldüğü o yerde
elini kan tutan bir işçinin sözünü
onun yerine
yasal yoksulluklara
tuğla kılığında fırlatmaktaydım!

Size ne diyorum
'devrim'in 'can'la eş anlama geldiği
Bir öyküdeydim
Ve babamı uyandırın
Çünkü size evimin can damarı
Coplarla ve kasklarla kanarken
O 'uçsuz' sokak
Sokakların gerçek sahipleriyle dolup taşarken
Hiç ama hiç olmadığım kadar evimdeydim
Hiç ama hiç olmadığım kadar
kendimdeydim diyorum!

Size ne diyorum
Ne olur babamı uyandırın
Çünkü size işçinin
Yurdumun tarihine
Tekrar dokunduğu
Yerdeydim diyorum!


not: bu senenin 5 mayıs'ı civarlarında yazmıştım bunu.

"şimdiyse bana tanrı diyorlar"

|
"evet, ben insanların bir zamanlar Yaratıkların Efendisi dedikleri Draffut'um. Şimdiyse bana tanrı diyorlar." Sesinde insanların aptallığını vurgulayan yorgun bir tını vardı. "Ayağa kalk. Hiçbir insan önümde eğilmemeli."

Her tarafta bataklığın gece yaşayan canlıları gündüz düşlerinde gürültülü bir hayata uyanıyorlardı. Nestor ayağa kalktı. Yaşadığı duygusal patlama, bir yanlış değerlendirmeye dayanıyor olsa da olmasa da onu rahatlatmıştı ve şimdi daha sakindi. "Çok iyi," dedi. "O zaman sana ne diyeceğim?"

"Ben Draffut'um. Bu yeterli. Ve sen de ejderleri öldüren Nestor'sun. Şimdi benimle gel, yiyeceğe ve dinlenmeye ihtiyacın var."


kılıçların birinci kitabı / fred saberhagen

sanki

|
Şehirden düşmüş
Şehre
Şehrin tam ortasına
Yedi düvelin çukurlarından
Üstü örtülmemiş kavim cesetlerinden
Alnına birkaç taburdur şiirsiz bırakılmış
Her görenin ve her görmeyenin
Dizlerini titreten
orduların bayrağı çekilen.
Şehirden düşmüş
şehirden bozma
Kelimesiz bir boşluk.

Sanki hep bir kan atımı mesafesinde
Tükürsen bütün bir ömrün düşecek
göğsünün
Göğsünün içinden,
Tükürsen bir daha
Bin kalbinin her birini aldırmış
Ve gönüllü gece nöbetlerinde hayatın
Sanki bir ömür düşecek;

Göğsünün
Göğsünün içinden.

bir su şehri...

|









tali ve ana caddeler (ki ayırt etmek imkansız) / venedik


nefes alır şehir...

|
Bir sokak köpeklere teslim
Bir perde bir diğerine yorgun
Bir silah hani sustu
Hani yeni konuşacak,
Kamaşacak göz uzak
Güneşe
Olduğunda başlar
Bir gece,
Olabilecek her şey olduğunda başlar
Bir şehir.

Bir deli çığlık
Bir gökten bir diğerine
garip midir kanunsuzluk kusması
sokağın
ve yeni bir öyküye soyunması
ilk cümlesi
‘beni tükürüklerinizle aklayın!’ olan
Çıplaklığın.

Olduğunda başlar
Bir gece,
Ve ancak tümüyle delirdiğinde yaşar
Bir şehir.

“bir güzel orman olur”
Nefes alır şehir.

meyve

|


meyve 'bardağı' ve puki / venedik

"bana tanrıları anlatır mısın?"

|
(...) Ağaç kadar uzun Draffut ağaçların arasından göründü. (...) Tapınağın tam yanında oturan Draffut'un yüzü, ikinci kattaki Nestor'la aynı hizadaydı.

Bu sabah Nestor diz çökme ihtiyacı duymadı. Draffut'a olan saygı ve korku karışımı hislerin bir tür yakınlığa dönüştüğünü fark ediyor ve garip bir şekilde bundan üzüntü duyuyordu. Kısa bir konuşmanın ardından sordu: "Draffut, bana tanrıları anlatır mısın? Ve kendini. Onlardan biri olmadığını söylüyorsan seninle tartışacak değilim. Ama belki neden böyle düşündüğümü anlayabilirsin."

Draffut düşünceli bir şekilde cevap verdi. "Anlıyorum ki insanlar çoğu zaman kendilerinden üstün bir varlığa ihtiyaç duyuyorlar. Ama tekrar söylüyorum, sana tanrılar hakkında çok az şey anlatabilirim. Onların varlığı çoğu zaman benim anlayışımın ötesindedir. Kendi hikayeme gelince, çok uzun ve şimdi onu anlatmanın sırası değil."


Kılıçların Birinci Kitabı / Fred Saberhagen

bir müze...

|











şehrin dışına atılmış bir tarih: kahraman işçiler, 'mağlup' önderler... / budapeşte

bir tren...

|
sirkeci'den sonrası / bir ihtimal hala türkiye

"mülkiyet hırsızlıktır!" - proudhon

|

Ortasından başlayalım bu cümleye, tam ortasından, koca bir insanlığı yanyana ve hatta el ele toplasan gölgesinde yine de dizleri titretecek o gökdelenlerden, kartondan evlerde bol kağıtlı ve bol kartlı hayatlardan içi üşüyen metil alkol müptelalarından, hiçbir şeyin bir rüzgara falan bakmadığı, isyanın yüksek volümlü çakma azaplarda bolca ritmi tutulan iki heceli bir boşluğa tekabül ettiği bir garip çağdan/çağlardan, şenlikli evlerin duvarlarındaki çatlaklardan sızan yasal hırsızlıkların kesif kokusundan; ortasından hem de en ortasından, sonsuz bir rüzgar esmekteymiş ve öfkeni tükürsen yüzünde kendi izin kalacakmış gibi bir yılgınlıktan, her nasılsa bu korkunç fırtınada hükmünü süren akıl almaz dinginlikten, ayak izleri alınmış gibi yürüyen, tüyler ürperten bir gürültüde ardında tek bir ses dahi bırakmayan/bırakamayan koca bir insanlıktan, tüketilip ivedilikle unutulan cümlelerden, muhafaza kaplarına hapsedilmiş pahalı sanatlardan, kendi hayatını sahip olduklarına peşkeş çeken, yer’in sahip olduklarını kendi hayatına peşkeş çeken insanlardan, birileri kapı deliklerinden izlerken dört kilidin üstüne sayısız güvenlik sanrısı ekleyen, dibine kadar kurumuş bir dünyada aklındaki çağlayanlara brandalar çeken bütün o korkaklık timsallerinden.

Senden başlayalım bu cümleye ve benden, ondan ya da aklının alamayacağı kadar bir ‘öteki’nden. Plaza duvarlarının ardında dilinin altından jilet etkisinde şiirler çıkarıp kalbini yamamaya çalışan, bu deliliğin hangi zamanına, hangi çağına, hangi öyküsüne dokunsa yüzüne bin yıllık günahlar bulaşan herhangi birimizden. Kapının önünde ya da arkasında, elinde çürük çiçekler ya da yüksek tahribatlar üreten silahlarla, yüzünü tanrıyla sıvayarak ya da evreni bir kurguya/bir aşka/bir hayale satarak, hiç ve inan ki hiç farketmeksizin her birimiz bir diğeri kadar günahkar, bir diğeri kadar alçak, aklanacak hiçbir yerin/yurdun olmaksızın, kurtulabileceğin/topraklanabileceğin hiçbir fikir kalmaksızın, senden ve benden ve ortasından ve sonundan, dikenli tellerin ardında sana an-be-an sahip olan mülklerinden.

Ortasından başlayalım bu cümleye ve başından ve en sonundan, bir yalana kırıldığını anımsadığın ilk andan, öncesinde alnına büyük harflerle yazıp sonrasında sırtından kırbaçlarla söktüğün hayatından. Sahip olduğun bütün hayaletlerinden. Kılıfına uydurduğun, kılıfında aklamaya çalıştığın bütün deliliklerden. Tüm meşru hırsızlıklarından ve bütün bir senden.

Bütünüyle bir mülkten. Senden.

yani annem

|
İşte benim güzel annem
Bildiğin gibi
Attığı her adımdan sonra
Topuklarının her birini kan tutan,
Yandığı
o tek kutsalı "geceler" boyunca
Göğsündeki şiirleri yakıp
Yeni bir güne "hazır ol"an,
Çokça ama çokça
Sanki ama sürekli
Üzerinde bir cinayet sonrası yorgunluğu
Gölgesi kendisinden büyük ağaçlar boyu
Üşümeyi bir ödev sayan
Kırmızısı göğün kemerlerinden büyük
renkler boyu
Yaşamayı can izi sayan,
Yaşamayı canından büyük
Ve ille de atan kalpler boyunca
Bir denizin alçıya alınmış sularında
Bir hayalşörün gökdelenlere
Göklere
İblislere
Kanlara
kanatanlara
çektiği zırhında
yaşamayı can izi,
yaşamayı
"duruş"un önsözü
Var sayan.

Ve benim güzel annem
Bir türlü "duramayan"
Ve bir türlü soğuk bir tarihten ürküp
Dokunduğu her yeri aşka
Dokunduğu her yeri
Nasıl derler
"aşk"a
Çalamayan,
Bir türlü sürekli korkan
Sürekli kapıyı tıklayan
Ve hep gerisin geri kaçan
Yepyeni bir yeryüzünden
Yerin binbir surat yüzünden
Çalıların çırpıların
Düşlerinde
O muhteşem bozkırları yad ettikleri
O muhteşem bozkırları
Var ettikleri
Kanın hep çağladığı
Kanın bir bilekten dışarı
Yaşamak için çağladığı,
Bir kıtanın hissettiği
Bir güney kıtasının hissettiği
Bir kuzey kıtasının
Bir şehrin bir ülkenin bir ırkın
Ve sıradan
Sıradan bir yaşamın hissettiği,
Sıradanı yücelten bir göğün
Göğün yaslı
Göğün yaşlı
Bir türkünün kollarına durduğu
Göğün siyah-kahverengi-mavi-açıkmavi-dahadaaçıkmavi
Bir kurguya yenildiği
Bir kurgunun ona yenildiği
Bir öyküde;
Ki benim güzel annem
Öyle olduğu
Öyle olurdu
Öyle
oldu
benim yaşamım dediğim.

Öyle ki güzel annem
Benim yaşamım dediğim
Bir öykü oldu
Bir nehrin bir diğer nehre taş attığı,
Bir diğer şafağında bir nehrin
Düşperestlerin hep
Şafaksız uyandığı.
Bir düğün oldu
Bin gece ve bin gün süren
Bin kere binbir yoksulluğun
Kalem kalem
elimde ağladığı.

Öyle ki güzel annem
Benim yaşamım bir öykü oldu
İçinde hiç hesapta yokken
Kanımdan bir rengin
Kanıma çok yakışan
Parmağımın izine
Hiç hesapta yokken
İzler kattığı
İzleyen herkesin aşık olur gibi
Benim bir gün aşık olduğum gibi
Her seferinde yolcu olan
Her seferinde kan tutan
Bir ömre bir akla bir yüze
anlamlar kattığı,
"yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim"*,
Ama benim güzel annem
Buruk bir kan dediğin bu "sıradan öykü"nün
Bütün 'olmaz'larını taşlayan
Bir kadının göğsünden
insanlığın bütün dinlerini utandıran
peygamber sözü gibi bir aşkın
bütün ayetlerini
bütün ayetlerini içtim.

"Yani benim güzel annem
Alacaşafağında"* ömrümün
Ölmek varken kana kana
Ölmek varken selam gibi
Bir kuşağın alın yazısına
Oturup bir kadının
Soluk kokan yoluna
Yolumun öyküsünü
Kana kana içtim.

Yani benim güzel annem
Ölmek varken selam gibi
Oturup kendi öyküme
Bin gece ve bin gün süren
Bir düğünde
Her can gibi kanayacak bir tırnağın
yaşamasını seçtim.

Yani benim güzel annem
Kırk taşı ve kırk öyküyü
Kırk kuyuyu ve kırk sövgüyü
Ardımda bırakıp
Kanımın rengine fena halde çalan
Bir kadını seçtim.

Yani benim güzel annem
Yaşamayı ve yaşamanın
kendisinden çok daha tutkulu büyüsünü:

yaşamanın öyküsünü seçtim.



* nevzat çelik / şafak türküsü.

bir meydan...

|


kahramanlar meydanı / budapeşte